Film, Arnavutluk’un kırsal bölgelerinden birinde yaşayan bir ailenin hayatının, işlenen bir cinayetle altüst olmasını konu alır. 17 yaşındaki Nik, geleceğe dair umutları olan, arkadaşlarıyla vakit geçiren ve sıradan bir gençtir. Ancak ailesi eski geleneklere sıkı sıkıya bağlı bir toplumda yaşamaktadır. Bir arazi anlaşmazlığı nedeniyle Nik’in babası ve amcası, komşu bir aileyle çatışmaya girer. Bu çatışma, sonunda ölümle sonuçlanır ve olay geleneksel "kan davası" kuralını harekete geçirir.

1939 Eylül'ünde Polonya'yı işgal eden Almanya, Molotof-Ribbentrop Paktı gereği, Polonya'nın doğusunu da Kızılordu'nun işgal etmesine ses çıkarmamıştı. En az Naziler kadar gaddar olan Sovyet Yönetimi, Polonyalı 18 bin subay,230 bin asker ve 12 bin polisi tutsak olarak almış ve Ekim ayının sonunda bu tutsakları Kozielsk, Starobielsk ve Ostashkovo kamplarına nakletmişti.5 Mart 1940'ta Beria'nın önerisi ve Stalin'in de onayıyla bu tutsakların 15 bininin öldürülmesine karar verildi.

Film, Bronx’un çöküşteki, suçla kuşatılmış sokaklarında başlar. Bölgenin adı, polisler arasında esprili ama acı bir şekilde “Fort Apache” olarak anılır; çünkü burası, bir kale gibi, sürekli saldırı altındaki son cephe gibidir. Burada görev yapmak demek, sadece suçla değil, aynı zamanda umutsuzlukla ve sistemin kayıtsızlığıyla da savaşmak demektir.Murphy (Paul Newman), deneyimli ama yorgun bir devriye polisidir. Genç ve hevesli ortağı Corelli ile birlikte, Bronx’un en sert sokaklarında devriye gezerken, yalnızca kanunla değil; insanların çaresizliğiyle, öfkeyle ve kendilerine bile güvenmeyen bir toplumla karşı karşıya kalırlar.

Meksika kırsalında başlar. Zengin bir uyuşturucu baronu olan El Jefe, kızının hamile kalmasına neden olan adamın ismini öğrenince öfkesinden deliye döner. O adam: Alfredo Garcia. Ve El Jefe, kızının onurunu temizlemek için tek bir emir verir: "Getirin kellesini."Bu söz, Meksika ve ABD arasındaki yeraltı dünyasında yankılanır. Alfredo Garcia'nın kafasına konan ödül, birçok kiralık katilin, paralı askerlerin ve umutsuz adamların dikkatini çeker. Ancak Alfredo Garcia çoktan ölmüştür — ya da öyle sanılır.

Film, prestijli bir yatılı okulda okuyan 17 yaşındaki Alex Forbes’un, sınıf arkadaşının vahşi bir şekilde öldürülmesiyle başlar. Olayın tek şüphelisi olan Alex, cinayeti işlediği şüphesiyle gözaltına alınır. Ancak polis, olayın arkasındaki gerçeği çözmekte zorlanmaktadır. Bunun üzerine genç bir adli psikolog olan Sally Rowe (Toni Collette) görevlendirilir. Görevi, Alex’in suçla olan bağlantısını ortaya çıkarmak ve zihninin derinliklerine inerek olayın ardındaki motivasyonu anlamaktır.

Film, yabancı lejyondan ayrılmış iki eski askerin yollarının kesişmesiyle başlar: Dino Barran (Alain Delon), içe dönük ve kontrollü bir adamdır; savaşın izlerini hâlâ üzerinde taşıyan, sessiz bir karakterdir. Diğer yandan Franz Propp (Charles Bronson), daha dışa dönük, cesur ve pervasız biridir. Her ikisi de sivil hayata dönmeye çalışırken geçmişlerinden kaçamazlar.Barran, bir tanıdığının isteği üzerine, bir şirkete girip sahte bir hırsızlık planlar. Amacı para çalmak değil, bazı belgeleri korumaktır. Ancak işler planladığı gibi gitmez. Franz ise tesadüfen bu plana dahil olur ve ikili, istemeden de olsa aynı binada kapana kısılır. Artık birbirlerine güvenmek zorundadırlar. Zamanla aralarındaki gerilim, yerini saygıya ve dostluğa bırakır.

Film, hapisten yeni çıkmış olan ve daha iyi bir yaşam arayışıyla Londra'ya gelen Stevie isimli genç bir adamın hikayesiyle başlar. İş bulmak ümidiyle şehre gelen Stevie, inşaat sektöründe gündelik işlerde çalışmaya başlar. Londra’nın karanlık ve gösterişsiz tarafını yansıtan bir inşaat sahasında, farklı geçmişlerden gelen işçilerle birlikte çalışır. Bu işçiler, geçim derdi, barınma sorunları ve güvencesizlik gibi problemlerle boğuşurken, bir yandan da hayatın içindeki küçük neşeleri ve dostlukları yaşatmaya çalışırlar.Stevie, kısa süre içinde Susan adlı genç ve bağımsız bir kadınla tanışır. Susan, hayallerinin peşinden koşmaya çalışan ama hayatın gerçekleriyle sık sık yüzleşmek zorunda kalan bir şarkıcıdır. Bu iki karakter arasında gelişen ilişki, film boyunca hem bir umut kaynağı hem de duygusal bir kırılma noktası olur. İkisi de sınırlı imkânlarla hayatlarını idame ettirmeye çalışırken, aralarındaki bağ bir dayanışma hikâyesine dönüşür.

Film, New York’un gölgelerle kaplı arka sokaklarında genç kadınların vahşice öldürülmesiyle başlar. Kurbanlar üzerinde yapılan grotesk işlemler ve geride bırakılan ipuçları, efsanevi seri katil Karın Deşen Jack’i anımsatır. Medya ve halk paniğe kapılırken, polis teşkilatı olayları çözmek için en deneyimli dedektiflerinden Matt Andrews'u (veya filmdeki özgün ismiyle başka bir karakteri) görevlendirir. Ancak bu davanın sıradan bir cinayet soruşturmasından çok daha fazlası olduğu kısa sürede anlaşılır.

Film, Los Angeles'ta geçen ve hayatları benzer şekilde zorluklarla şekillenen dört kadının hikayesine odaklanır. Stony (Jada Pinkett Smith), Frankie (Vivica A. Fox), T.T. (Kimberly Elise) ve Cleo (Queen Latifah), yaşamlarını geçindirebilmek ve sevdiklerine bakabilmek için çeşitli işlerde çalışmaktadırlar. Her birinin kişisel yaşamında büyük zorluklar vardır. Stony, genç yaşta annesini kaybetmiş ve büyük bir travma yaşamıştır. Frankie, eski bir banka çalışanıdır ve patronunun ona yaptığı haksızlıklarla mücadele etmektedir. T.T., kişisel kayıplarla boğuşan, oldukça duygusal bir kadındır. Cleo ise sert ve neşeli bir karakterdir, ancak ona da sistemin dayattığı engelleri aşmak oldukça zordur.Bir dizi kötü olay ve kişisel kayıplar, onları farklı yollarla bir araya getirir. Stony'nin erkek kardeşi, polis tarafından yanlış bir şekilde öldürülür ve sistemin acımasız yüzünü görünce, kadının adalet arayışı derinleşir. Frankie'nin banka işinden çıkarılması, T.T.'nin yaşadığı kayıplar ve Cleo'nun geçmişi de bu kadıları birbirine yaklaştıran etkenlerdir.

Burası İngiltere (This Is England), 1980'lerde İngiltere’nin kuzeyinde, Thatcher dönemi sosyo-politik ortamında geçen, gençlik, kimlik arayışı ve toplumsal çatışmalarını derinlemesine inceleyen, oldukça etkileyici bir dramadır. Shane Meadows'un yönetmenliğini üstlendiği bu film, ırkçılık, öfke, arkadaşlık ve aidiyet gibi evrensel temalar etrafında dönerken, aynı zamanda dönemin İngiltere’sindeki sosyal çalkantıları da gözler önüne serer. Film, 1983 yılında, İngiltere'nin kuzeyindeki bir şehirde yaşayan 12 yaşındaki Shaun (Thomas Turgoose) adlı genç bir çocuğun hikayesiyle başlar. Shaun, annesinin ölümünden sonra yalnız kalmış ve hayatı üzerinde derin bir boşluk hissi taşımaktadır. Bir gün, okuldan sonra sokağa çıktığında, kendisini genç bir grup "skinhead" ile tanışırken bulur. Bu grup, dönemin sosyal yapısı içerisinde belirgin bir şekilde ırkçı, milliyetçi ve politik olarak oldukça radikal bir yapıya sahiptir. Shaun, kendisini bu grubun içinde bulduğunda, aradığı aidiyeti ve kabullenilme duygusunu ilk kez hissetmeye başlar.

Film, Barbie'nin (Margot Robbie) mükemmel, renkli ve sürekli mutlu olan dünyası Barbieland'te başlar. Burada, Barbie'nin her versiyonu farklı bir yaşam tarzını temsil eder. Barbie, hayatında hiçbir şeyin eksik olmadığı bir karakter olarak, hep pozitif, hep mutlu ve topluma uyumlu bir figürdür. Ancak bir gün, Barbie'nin mükemmel dünyası sarsılmaya başlar. Fiziksel olarak kusursuz olmasına rağmen, içsel bir boşluk ve kimlik krizi hissetmeye başlar. Barbie, varoluşunu sorgulamaya başlar ve dünyasında bir şeylerin eksik olduğunu fark eder.Barbie’nin Gerçek Dünyaya Adım Atışı:Kendi kimliğini bulmaya yönelik bir yolculuğa çıkan Barbie, bir şekilde gerçek dünyaya – yani, insan dünyasına – adım atar. Burada, Barbie’nin karşılaştığı gerçeklik, tamamen farklıdır. Kusursuz güzellik anlayışı, toplumsal baskılar ve beklentiler, Barbie’yi şaşırtır. Gerçek dünyada, Barbie'nin geçmişte var olmadığı “kusurlu” insanlık haliyle yüzleşmesi gerekir. Kendisi ve diğer kadınlar üzerindeki toplumsal baskıların ne kadar derin olduğunu keşfeder.

Marvel Sinematik Evreni’nin (MCU) merakla beklenen üçüncü Ant-Man filmi, Ant-Man ve Wasp: Quantumania, aksiyon, bilim kurgu ve duygusal derinlikleri harmanlayarak izleyicileri bir kez daha büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Bu filmde, Scott Lang (Ant-Man) ve Hope van Dyne (Wasp) karakterlerinin yanı sıra, yeni ve tanıdık figürler de MCU’nun kuantum boyutundaki bilinmeyen tehlikelerle yüzleşiyor.Hikâyenin Başlangıcı:Film, Scott Lang’in (Paul Rudd) hayatında yeni bir dönemin başlangıcını gösteriyor. Scott, artık süper kahraman kimliğinden ziyade bir baba ve toplumda saygı gören bir figür olarak yaşamaktadır. Kızı Cassie (Kathryn Newton), büyümüş ve kendi süper kahramanlık yolunda adımlar atmaya başlamıştır. Cassie’nin bilimsel çalışmaları ve kuantum fiziğine olan ilgisi, Lang ailesini bekleyen büyük bir tehlikenin fitilini ateşler.Kuantum Evreni’ne Yolculuk:Cassie’nin kuantum evrenine açılan bir cihaz yapması sonucu, Lang ailesi ve Hank Pym (Michael Douglas) ile birlikte, Hope van Dyne (Evangeline Lilly) ve Janet van Dyne (Michelle Pfeiffer) de dahil olmak üzere, kendilerini kuantum boyutunda bir yolculuğa çıkarlar. Ancak, bu yolculukları beklenmedik bir şekilde kaosa dönüşür. Kuantum boyutunun içinde, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar karmaşık ve tehlikeli bir dünya bulunmaktadır. Aile, burada kaybolan zaman, gerçeklikler ve yaşamla yüzleşirken, aynı zamanda güçlü bir düşmanla karşılaşırlar: Kang the Conqueror (Jonathan Majors).

Myth of Man, insanlığın kökenlerinden, evriminden ve toplumdaki rolüne kadar uzanan derin bir keşif yapar. Film, bireylerin kendi kimliklerini bulma yolculuğunu, toplumun dayattığı normlarla çatışmalarını ve insan doğasının özündeki evrimsel değişimleri anlatan felsefi bir drama olarak karşımıza çıkar. Hikâye, insanın tarihsel ve kültürel bağlamda sürekli şekillenen bir varlık olarak nasıl evrildiğini sorgular.Film, Henry adında bir antropologun hayatını izler. Henry, modern toplumun dayattığı kurallarla uyumsuz bir şekilde, insanlık tarihini, kökenlerini ve evrimsel süreçlerini derinlemesine incelemektedir. Ancak, bir noktada, bu araştırmalar onu kendi kimliğiyle ve geçmişiyle yüzleşmeye zorlar. Çalışmalarının başlangıcında Henry, insanın doğasında bulunan temel dürtüler ve hayatta kalma içgüdülerinin, insanın yarattığı toplum yapılarıyla nasıl çatıştığını anlamaya başlar.

Film, Daphne'nin aşk hayatı, arkadaşlık ilişkileri ve iş yaşamındaki karmaşık dinamikleriyle, onun içsel çatışmalarını ve hayatındaki büyük değişimi izleyicilere sunar. Daphne'nin, aslında kim olduğunu ve neye ihtiyacı olduğunu anlaması, yalnızca dış dünyadan kaçmakla değil, içindeki eksik parçaları kabul etmekle mümkün olacaktır. Kendi hayatını ve geçmişini kabullenmesi, ona gerçek özgürlüğü ve huzuru getirecek tek yol olacaktır.Daphne, yalnızca bir bireyin hayatının dönüşümünü anlatan bir hikâye değil; aynı zamanda bir kadının toplumun ve başkalarının beklentilerinden sıyrılarak, kendi kimliğini bulma mücadelesinin güçlü bir anlatımıdır. Film, kişisel kabullenme, kayıp ve yeniden doğuş temalarını işlerken, aynı zamanda insanın kendi içindeki çatışmaları aşarak huzura ulaşabilmesinin derin bir anlatımıdır.

Hikâye, Anna adlı genç bir kadının hayatındaki büyük bir kayıptan sonra yeniden hayata tutunma çabasıyla başlar. Anna, sevdiği birini kaybettikten sonra derin bir boşluk hissi içinde yaşamaya başlar. Bir sabah, September 5'ti. O gün, hayatının bir dönüm noktası olduğunu fark eder. Bir yıldan fazla bir süredir hissettiği yalnızlık ve kaybolmuşluk, ona eski anılarını hatırlatmaya başlar. Anna, geçmişte yaşadığı bir olayı çözmeye karar verir, ancak bu olayın ona ne kadar acı vereceğini henüz bilmemektedir.Film, Anna'nın geçmişteki kayıplarıyla yüzleşmesini ve bu kayıpların ona nasıl şekil verdiğini anlatır. Anna, aynı zamanda geçmişinin izlerini süren bir araştırma yapmaya başlar ve September 5 tarihine dair gizemli bir bağlantıyı keşfeder. Bu tarih, onun ve sevdiklerinin hayatlarında önemli bir yer tutmaktadır, fakat bu sır perdeleri ardında kaybolmuş bir gerçeklik vardır. Anna'nın bu tarihe dair araştırması, ona hem kendi kimliğini hem de kaybolan bir aşkı yeniden bulma yolunda yardımcı olur.